Normali Normalize Etmek

Bu başlık, bir mantık dersi önermesi falan değil... Basbayağı, her günkü hekimlik pratiğinin –aslında- olması gerekeni.
 
Her gün poliklinik esnasında, bu harikulade insan vücudunun, milyonlarca yıllık evrim badiresi içinde, kendisine adeta donattığı ”semptomlarla“ uğraşıyoruz. Donattığı diyorum; zira  artık bunların en azından bazılarının, birer silah olduğu konusunda artık bir mutabakata da varıldığı kabul edilebilir. Örneğin ateş; bu müthiş savunma silahı sayesinde en etkin ilaçtan daha güçlü ve “hedefe yönelik” bir antimikrobiyal etki sağlayabiliyoruz. Üstelik de “ilacın” verilme dozu ve zamanlaması da otomatik olarak ayarlanıyor. Yani bir anlamda, hasta bize gelmiş olduğunda, zaten tedavisine kendiliğinden başlanmış oluyor. Tek kelimeyle muhteşem! Daha ne olsun! Peki, bizim - biz derken hekimler ve hastalar, tüm toplumu kastediyorum- ateşe bakış açımız nasıl? Yanıt, çoğunlukla  “olumsuz”, “kaygı verici” ,”uğraşılması-düşürülmesi gereken”, “mutlaka ilaç gerektiren” sıfatıyla tanımlanabilir. Yani şimdi başlığa da dönecek olursak, “normali normalize edememekteyiz”!
 
Neler var ki normalize edilmesi gereken normaller içinde? Ateş, öksürük, kusma, ishal gibi belki de çocuk, dahiliye, KBB, intaniye, göğüs hastalıkları, sağlık ocağı, ASM polikliniklerine gelen hastaların çoğunluğunun “şikayetiniz nedir?” sorusuna verdiği yanıtlardaki semptomlar. Biz bu semptomları birer düşman değil de, tedavinin de bir parçası olarak algılayabildiğimizde, hekimlik uygulaması cephemize müthiş bir güç kazandırdığımız gibi, hasta açısından da olayı kabullenme ve bir anlamda da rahatlamanın ipuçlarını vermiş olacağız.
 
Örneğin ateşin enfeksiyonla mücadeledeki değeri, febril konvülzyon riskinin ne denli az olduğu, olsa da bir sekelinin olmadığı ve beş yaşından sonra asla olamayacağı ateşe bağlı sayıklama, hayal görme, geçici konfüzyonların normal olduğu, ateşin çoğu zaman üç günde düşeceği, ama uzasa da beş günü pek geçmeyeceği,  ateş esnasında el ve ayakların buz gibi, başın ise cayır cayır yanabileceği, üşüme-titreme (ateşin yükselme dönemi) ve terleme (ateşin düşüş dönemi) şeklinde dönüşümlü dönemlerin doğal olduğu, topluma bunca zamandır “öğretilebilmiş” olsaydı acaba,  acile paldır küldür bu kadar çok çocuk, akşam akşam taşınır mıydı? Ya da öksürüğün basit bir nedene (ÜSYE gibi ) bile bağlı olsa, bir ay devam edebileceği, bunun akciğerleri koruyan bir refleks olduğu, nefes darlığı eşlik etmediği ve akciğer muayenesi normal olduğu sürece rahat olunabileceği kavratılabilirse;  öksürüğü geçmedi diye her hafta, hastalara yeniden bir kür tedavi uygulamaya gerek kalmayacaktır. Belki çok iddialı olacak ama sırf ateş ve öksürüğe yeni bir bakış açısıyla, ilaç tüketimi ve poliklinik hastası sayılarında müthiş bir azalma olacaktır! Yapılması gereken çok basittir: Normali, normalize etmek!  
 
Bir de fizyolojik olan “durumlar var. Örneğin fimozis (4–5 yaşa kadar), ilk günlerdeki lohusanın az süt üretmesi ve 4–5. günlerde esas laktasyonun başlaması, bebeklikte ilk 2-4 ay arası fizyolojik aneminin varlığı, anne sütü kakasının zaten sulu olması (ishal olmaması), anne sütü alan bebeklerin bazen bir hafta süreyle kaka yapmaması ama buna rağmen kabız olmamaları (yine de yumuşak yaparlar), sadece anne sütü ile beslenip de fazla kilo alanların obez sayılmamaları (yaşları ilerleyince “normalleşirler”); “gazlı bebek” tanımının neredeyse pek çok bebek için kullanılabildiği, dolayısıyla aslında gazlı olmanın “normal” olduğu ve ilaç gerektirmediği; ön fontanelin erken kapansa da başın büyüyebilmesi, erken çocukluk dönemi ve gebelikte fizyolojik olarak beyaz kürenin daha yüksek bir sınıra kadar ( 15.000 civarı )  normal olabilmesi, yaşlılıkta sedim değerlerinin yaşla birlikte normal olarak daha yüksek olabilmesi gibi. Ayrıca zamanla kendiliğinden düzelebilen, herhangi bir girişim gerektirmeyen, dolayısıyla “normal kabul edilebilecek” durumlar var:  Örneğin hidroselin ve dakriyostenozun ilk yaşta, laringomalazi- trakeomalazi ya da göbek fıtığı gibi durumların da ilk 1-4 yaşta zamanla kendiliğinden, anatomik yapıların gelişmesiyle ortadan kalkması  ya  da ilk 4 yaş içinde kekemeliğin doğal olarak olabilmesi gibi.
 
Sanırım her uzmanlık dalının, kendi içinde bu sınıflamaya sokabileceği benzer semptom ya da durumlar olsa gerek. Peki, acaba hekim olarak yetişirken ya da mezun olarak çalışırken, uygulamalarımızın çoğunluğunu oluşturma gizilgücündeki ( potansiyelindeki) bu semptom ya da durumları ne kadar öğreniyoruz ya da biliyoruz? ya da  daha doğrusu, nasıl bir bakış açısıyla ele  alıyoruz? “Normalize etmek “üzere mi, yoksa hep “patolojik kabul ederek, patolojik bir sürecin içinde debelenmek”  üzere mi? Zira normali tedavi edemezsiniz, o hep devam eder ta ki zamanı gelir, ancak o zaman sahneden çekilir. Bu yüzden, normalize edeceğimiz semptom ve durumları iyi bellemeli ve toplumu da bu yönde bilgilendirerek, bunca zamandır her türlü teknik olanağa rağmen sağlanamayan  “sağlıklı toplum” atılımını gerçekleştirebilmeliyiz. 
 
Dr. Fatih Köse
İskenderun ACSAP
This article was published under the category Uzm. Dr. Fatih Köse on 06/06/2016 13:00.