Biri bizi durdursun yahuu!!!

Bu satırların yazarının, ülkenin pek çok değişik bölgesinde ve kuruluşunda geçirilmiş 18 yıllık bir hekimlik geçmişine sahip olduğunu belirtmeliyim.
Şu anda İstanbul’da altyapısı oldukça gelişmiş bir semt polikliniğinde çalışmaktayım. Sahada çalışan bir hekimin gereksinim duyabileceği tüm laboratuar ve radyolojik testleri isteyebilecek durumdayım.
Tecrübeli bir hekim ve altyapısı sağlanmış bir sağlık tesisi…
 

 
‘Sağlık Hizmeti’ almak isteyen bir vatandaşımız için hiç de fena sayılmayacak bir olanak gibi gözükmüyor mu sizlere de?
Acaba işler sahiden dışarıdan göründüğü gibi mi yürüyor? Bir poliklinik günümün kısa bir süresini sizlerle paylaşarak beraber düşünmek istedim. Bakalım neler düşüneceksiniz? Benim deneyimlerime katılacak mısınız?
Şöyle bir şey yaptım. Poliklinik odamdan içeri giren her hastamla iletişime, aynı cümle ile başladım:
- Hoşgeldiniz şikâyetiniz neydi?
Ve her hastanın bu soruma verdiği yanıtı not aldım. Şöyle bir bakalım mı şimdi duruma?
 
DOKTOR: Hoşgeldiniz şikâyetiniz neydi? 
1. Hasta: İlaçlarım bitti doktor bey. 
2. Hasta: Şu ilaçlarımı yazdıracaktım. 
3. Hasta: Prostat ilacımı yazdıracağım.
 
Evet ilk üç hasta böyle geçmişti.
4. Hasta: Şeker hastasıyım. Şeker çöpü istiyorum doktor bey. 
DOKTOR: Çöpün markasını biliyor musun amca? Raporunuza bir bakayım. 
4. Hasta: Raporum yok evladım ben sizden çöp raporu istiyorum. 
DOKTOR: Amca onu ben çıkaramıyorum. Şeker kontrollerinizi yaptırıyor musunuz? 
4. Hasta: Pek de yaptırmıyorum. 
DOKTOR: Neden? 
4. Hasta: (hafif gülümseyerek) erken gitmek için herhalde. 
DOKTOR: (olanca sempatisini takınarak) İster misin bir bakalım şekerin ne durumda? 
4. Hasta: Yok oğlum sen şu ilaçlarımı yaz gideyim (reflor tablet, neuvitan ampul) 
5. Hasta: Beni cerrahi doktoru gönderdi. Kan tahlillerimde kansızlık şüphesi varmış.
 
Doktorun içi heyecanla doldu birden. “Oh be sonunda bir hastayla uğraşacağım” diye geçirdi içinden.
DOKTOR: Hoş geldiniz şikayetiniz neydi? 
6. Hasta: Şeker ilaçlarım için rapor istiyorum. 
DOKTOR: Tahlilleriniz yapılmış mıydı? 
6. Hasta: Evet yeni yaptırdım daha.
Hastanın HgbA1C si 10.8. olarak tespit edilmişti. 13 yıllık diyabet hastası metformin ve sülfanilüre dozunda maksimum dozlara çıkılmış.
 
DOKTOR: Teyze aldığınız tedavi şeker hastalığınız için uygun değil gibi geldi bana. Araştırma yapıp insulin kullanmanızı önermek gerekebilir size. 
6. Hasta: Yok doktor bey insulin falan istemem ben. Sen benim raporumu yaz gideyim. 
DOKTOR: Ama bu ilaçlarınız şu an sizin tedavinize uygun değil. Bunlar için rapor çıkaramam ben.
İşte doktorun bu sözlerinden sonra kızılca kıyamet kopmuştu. Nasıl çıkarılamazdı? O bu devlete vergi ödemişti. Bu ona devletin verdiği bir haktı. Şimdi başhekime çıkıyordu. O da olmazsa 184’ü arayıp Sağlık Bakanlığı’na şikayet edecekti.
 
7. Hasta’nın kızı (yanında sahiden ayakta zor duran babası vardı). İlk cümlesi şuydu:
- Babamın raporlu ilaçlarını yazdıracağım. Geçen sefer “hastayı görmeden ilaç yazmam” demiştiniz. Babam bu doktor bey.
 
Bu sözlerin bir tür intikam amacıyla söylendiğini hiç gizlemiyordu hastanın kızı. Sadece ilaçları için 87 yaşındaki bir hastayı ayağına getirmek… Hastayı görmeden ilaçlarını yazmak yasal olarak suç. Peki ya 87 yaşındaki ayakta zor duran bir insanı sadece bunun için ayağına getirmek? Ehh bu da Hipokrat’a göre suç (önce zarar verme). İyi ama bunun başka hiç mi çözüm yolu yok? Bu önemli sorun neden yıllardır bir türlü çözülemez ve hekim iki arada bir derede kalıverir? Yine şakaklarında bir ağırlık hissetti doktor. Yani hastanın kızının kendisinden aldığı bu garip intikam… Sahiden bu ülke buna bir türlü niye bir çare üretmiyor kardeşim? Böyle bir hastayı ilaçları için ayağımıza çağırsak “hipokratça” bir ceza, çağırmadan ilacını yazsak yasalarımıza göre “suç”.
 
Sonra kızının “Baba çok takıyorsun kafana sonra tansiyonun çıkıyor bak” diyen sözlerini anımsadı doktor. Sinirlerine hakim olmaya çalıştı.
8. Hasta: Raporlu tansiyon ilaçlarım vardı.
Hastanın hekimden istediği tek şey raporlu ilaçlarını yazdırıp gitmek gibi duruyordu. Ne kolay iş değil mi? Ama ya hasta “Bir de Sedergin veya Apranax mümkün mü acaba?” diye o klasik cümlelerinden birine başlarsa ne yapacaksınız?
Hadi “olsun” dediniz. Ama emin olun, arkadan gelecek cümle aynen şudur: “Raporlu ilaçlar dışında dört hakkım daha vardı değil mi doktor bey? Bir de Bephanten’le B vitamini yazsanız?”
İnanın istekleri bitmez ülkemin halkının. 4 de yetmez 5 tane, 5 de yetmez 6 tane. Ver doktorum ver. Hakkıdır ülkemin insanının karnesine 4 hakkını yazdırıvermek...
 
9. Hasta: Ben bir lipouroderm (İnanın hekimin buyurun şikayetiniz neydi sorusuna hastanın verdiği yanıt aynen böyleydi).
Belli ki ancak bir uzman tarafından reçete edildiğinde ödenen üroderm lipo istiyordu hasta.
 
DOKTOR: Hoşgeldiniz şikâyetiniz neydi? 
10. Hasta: (Şimdi bomba cümleye hazır olun. Başında örtüsüyle bir teyzeydi bu hasta. Peki ilk cümlesi neydi biliyor musunuz?) Oğlum ben şöyle tam teşeküllü 5 tüplük bir tahlil istiyorum.
Hadi buyrun bakalım. Ne yapsın şimdi Türk hekimi?
Doktor hastanın bu sözü üzerine aile hekimleri Yahoo grubuna gönderilen bir makaleyi düşünmeye başlamıştı. Sağlıkta teknoloji kullanımıyla ilgili bir makaleydi bu. Makalenin yazarı şöyle bitiriyordu yazısını: “Ah halkımız bir bilebilse bize modern tıp teknolojisi satmaya çalışan zihniyeti.”
 
Ama kızının yüzünü anımsadı doktor. Ve onun yalvaran sözlerini:
“Baba bak her şeyi kafana takıp sinirleniyormuşsun. Sonrada tansiyonun çıkıyormuş. Duydum anneme anlatırken. Lütfen yapma babacığım. Sana bir şey olursa ben ne yaparım sonra.”
 
Doktor yeniden sakinliğini korumaya çalıştı. Ama hasta durmuyordu ki:
10. Hasta: Ben bir de ultrason istiyorum.
Şöyle bir yutkundu doktor derin bir nefes aldı. Kızının “aman baba sinirlenme” sözcüklerini yeniden tekrar tekrar içinden geçirdi. İşte o an o Avrupa Yakası dizisindeki meşhur repliği haykırmak istedi bağıra bağıra:
SAHİDEN BİRİ BİZİ DURDURSUN YAHUUU!
 
Ama durmak bilmiyordu hasta: 
- Doktor bey malum tetkiklerde B12 de var mıydı? Televizyondan duydum önemliymiş. Bir an şakaklarında bir zonklama hissetti doktor. Hasta çıkınca tansiyonuna baktı. Tansiyonu yükselmişti. Hastalardan 5 dakika izin istedi. Lavaboda yüzünü yıkadı. Mutfakta bir bardak su içti. Sinirlerinin yatışmasını bekledi.
 
Neyse burada keselim isterseniz. Şimdi dönelim tekrar ilk paragrafa. Evet masanın bir tarafında 18 yıllık Aile Hekimliği uzmanlığını bitirmiş bir hekim. Ülkesindeki hastalara hizmet götürmek için bekliyor. Masanın diğer yanındaki hastanın hekimden istediği sağlık hizmeti talebini ise gördünüz sanırım. Hekime bir şikâyet ile başvuran sanırım sadece bir tane anemili hasta vardı bu 10 başvurunun içinde. Kalan hastaların pek çoğu ise hekimin kendi tababet bilgisini, değerlerini uygulayabilmek, yaşatabilmek için zorlu bir mücadele vermesi gereken kişilerdi. Ben burada bir günün 10 hastasını aktarmaya çalıştım. Bir günde 50-60, hatta kimi yerde 100-150 hasta gören bir saha hekimini düşünün. Sonra bunu yıl içindeki mesai günleriyle çarpın. Sonra da bunu yıllarla çarpın.
 
Türkiye’deki bir saha hekiminin üstünde hissettiği metal yorgunluğu ancak böyle anlaşılabilir.
Dünyadaki pek çok değişimin ülkemizde de yansımaları oluyor. Hasta Hakları kavramı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gelişiyor, geliştirilmeye çalışılıyor. Ülkemizde sağlık alnında son yıllarda pek çok reform yapılmaya çalışılıyor.
Son 5 yılda ülkemizde ilaç harcamaları iki katına çıkmış durumda. Günümüzün modasıyla, OECD ülkeleri arasındaki kişi başına düşen ilaç harcamasının ülkemizde hâlâ az olduğu söyleniyor. Sanki bir devletin kişi başına çok fazla ilaç harcaması yapması sağlığa verilen önemi gösteren bir parametreymiş gibi dünya sağlık literatürüne pompalanmaya çalışılıyor. Oysa bu harcamanın ne kadar efektif kullanıldığı da önemli değil mi? Yukarıda sunmaya çalıştığım 10 hastalık basit hekim-hasta ilişkisi biçimi sizce hangisini doğurabilir?
 
Sağlıkta teknoloji kullanımı inanılmaz bir hızla yaygınlaşıyor. Ama bunu tüketim toplumunun bir bireyi haline gelmiş bir yurttaşla her gün medyada onlarca teknoloji kullanımını pompalayan yayının varlığında nasıl akılcı hale getirebileceğiz?
 
Ülkemizde halkın 1. basamak hizmetlerinden yararlanma biçimi, yıllar öncesinde yaralanmış, çürümüş ve çarpıklaşmıştır. Bu çarpıklaşmış ve yabancılaşmış hizmet talebini hiç değiştirmeye çalışmadan üstüne reformlar inşa ettiğimizde, nasıl sonuçlar ortaya çıkabilir? Umarım 10 hastalık diyalog hepimizi düşündürür.
 
Hasta Hakları kavramı kuşkusuz önemli. Kendi mesleğinin temel direği insan sevgisi olan hekimler için herkesten daha önemli. Ama nasıl bir hasta hakkı? Şu benim 10 hastamı düşünün. Onlara bir memnuniyet anketi uygulayalım. Acaba onların gözünde “iyi” hekim nasıldır?
 
- Hastanın her istediğini yazan, 
- Hasta hangi tetkiki istemişse ona itiraz etmeyen, 
- Tedavisi yanlış ya da eksik olsa bile o hastaya rapor çıkaran, 
- Hasta olmadan ilacını yazan, 
- Hastanın eczaneye borçlandığı her ilacı sessizce kapatan...
 
Bir de tüm bunlara direnen bir hekim düşünün. Acaba halkımız hangisine daha fazla “memnuniyet” bildirir?
 
Hasta Hakları kavramı hastalara pek çok şikâyet kanalı açmıştır. Açsın da. Ama acaba hekimin kendi hizmetini isitismar eden hastasını şikâyet edebileceği bir kanal yaratılmış mıdır?
 
Halkın hekime saygı duyacağı, ondan etkin hizmeti alması için bir eğitim kampanyası başlatılmış mıdır? Doğru ilaç kullanımıyla ilgili kaç toplumsal kampanya yapıldı son 10 yılda ülkemizde?
 
Bu şekilde çarpıklaşmış hasta memnuniyeti siyasetçiyi de aldatmaz mı acaba? Bir süre bolca oya dönüşebilir, ama acaba ekonomik olarak ne kadar sürdürülebilir?
 
Dönelim tekrar bizim doktorumuza. Daha 10. hastasında sinirleri allak bullak olmuş tansiyonu fırlamıştı. Hekimlik yapmaktan değil, kavgadan gürültüden angarya işlerden daha günün başında tükenivermişti. Peki ya bu doktor, üzerindeki bu metal yorgunluğuyla “aman bana ne ya ben mi kurtaracağım bu vatanı?” derse bir gün? Çünkü tersini yapmak belki hekimlik vicdanı açısından iç acıtıcı, ama performans sisteminde hem çok kazandırıyor, hem de daha az baş ağrısına neden oluyor.
 
Ya da Aile Hekimliği’nde böylesine çarpıklaşmış bir hasta memnuniyetini düşünelim. Bir Aile Hekimi’ni ne yöne itecektir bu durum? Bütün bunları sahadaki binlerce hekimle çarpalım. Nasıl bir sonuç çıkabilir ortaya?
 
Ülkesinin kaynaklarının kısıtlılığını çoktan unutmuş, tüketim toplumunun etkisiyle çıldırmış yurttaşın bu sağlık hizmeti talebi...
 
Çağdaş bir insan hakkı olan hasta haklarının bir tür tüketici haklarına haline dönüştüğü bu garip durum...
 
Kaliteli bakım yerine daha çok sayıda hasta görmenin daha çok kazandırıp daha az baş ağrısına neden olduğunu keşfetmiş ülkenin metal yorgunu saha hekimliği...
 
Sağlıktaki bu çarpık ve ekonomik olarak sürdürülmesi imkânsız geçici yurttaş memnuniyetinin sarhoşluğundaki politikacılar...
 
Ülkemizin bir anda kabarıveren sağlık giderleri...
 
Sahiden bu repliği hepimiz hak etmiyor muyuz?
 
“Biri bizi durdursun yahu!”
 
Bütün bu çılgınlığın diyetini hepimiz, tüm yurttaşlar, tüm sağlıkçılar, hatta politikacılar birlikte ödemek zorunda kalmayacak mıyız?
 
Sevgilerimle.
This article was published under the category Uzm. Dr. Rıdvan Şahin on 06/06/2016 13:00.