140 Yıl Sonra Vatan yâhut Silistre

Okura Not: Rıdvan arkadaşımızı yitirişimiz ve kitabımın süren hazırlıkları nedeniyle yazılarıma bir süre ara vermek zorunda kaldım. Önümüzdeki dönemde daha sık yazabilmeyi umuyorum.
 
Mehmed Kemal 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğmuştu. Küçük yaşta annesini yitirdi. Dedesi Abdüllatif Paşa’nın görevlendirildiği  yerlerde (Afyon, Kütahya, Kars, Sofya) özel dersler alarak yetişti. Onun genç yaşta kaleme aldığı şiirlerden etkilenen babasının arkadaşı şair Eşref, bugünkü adını verdi: Namık (yazıcı) Kemal. 1857’de kültürel gelişmesinde büyük rol oynayan Hariciye Nezareti Tercüme Odası’na girdi, burada Fransızca öğrendi, dönemin ünlü şairleri ile tanıştı. 1862’de Şinasi Efendi ile tanışarak Tasvir-i Efkâr ‘da yazmaya başladı. Burada kaleme aldığı siyasi ve toplumsal eleştirileri pek çok kez sürülmesine yol açacak muhalif kişilğinin ilk ürünleri idi (1). Namık Kemal ve çağdaşları Türkiye’de Batı tarzı edebiyatın ilk örneklerini verdiler, vatan, vatandaşlık, hürriyet, meşrutiyet, anayasa kavramlarını ilk kez kullandılar. Bu sırada kendileri de hızlı bir değişim geçiriyorlardı: Namık Kemal Magosa sürgününden; (1873 – 1876) Abdülhak Hamit’e, şöyle yazıyordu: “Ben sizin yaşınızda iken kafiyesiz, cinassız değil yazı yazmak, lâkırdı bile söylememeye çalışırdım. Yirmi dört, yirmi beş yaşlarında Tasvir-i Efkâr’a yazmaya başladım. Yirmi kafiyeli tarsiler [ima ile dolaylı olarak belirtme] filân bulunmayan bentlerime söz nazarıyle bakmazdım. Bunlar bizim değil, milletin acemiliği âsarındandır [eserindendir].” Bir başka yerde de aynı yönde şu sözleri söyler: “İki sayfalık bir yazı okumak için herkesi seksen defa Kamus’a [sözlük] veya Burhan’a müracaat mecburiyetinde bulundurmak niçin marifet sayılsın?”(2).
 
1865’te Şinasi gizlice Paris’e gidince gazetenin yönetimini Namık Kemal üstlendi. Aynı yıl İttifak-ı Hamiyet (Yeni Osmanlılar) Cemiyetine katıldı. Cemiyetin temel görüşü meşrutî yönetimin kurulmasıyla memleketin geri kalmışlıktan kurtulması idi. Namık Kemal’in Muhbir’de yayımlanan “Şark Meselesi” başlıklı makalesi şiddetli bir sansür uygulamasına yol açtı. Cemiyet’in varlığını öğrenen hükümet Muhbir başyazarı Ali Suavi’yi Kastamonu’ya, Namık Kemal’i Erzurum vali yardımcılığına, Ziya Paşa’yı Kıbrıs mutasarrıflığına sürdü. Sürgün edilenler Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısına uyarak yurtdışına kaçtılar (1).  
 
Namık Kemal 1873’te Gelibolu’da sürgünde yazmaya başladığı Vatan piyesini İstanbul’da tamamladı: Vatan 1 Nisan 1873’te Güllü Agop Tiyatrosu’nda oynandı. Büyük bir coşkuya kapılan seyirciler “Çok yaşa Kemal!” “Yaşasın milletin Kemal’i!” gösterileri arasında gazeteye giderek Namık Kemal’le görüşmek istediler, onu bulamayınca bir teşekkür mektubu yazdılar, bu olayları aktaran İbret gazetesi 5 Nisan 1873’te temelli kapatıldı. Namık Kemal Kıbrıs’taki Magosa Kalesi’ne, Ebüzziya Tevfik Nuri ve Ahmet Mithad Efendi de Rodos’a kalebend olarak sürüldüler. Sansür sakıncalı bulunan vatan kavramının da kullanılmamasını istemişti; oyun, bu nedenle iki adla anılır oldu; “Vatan yâhut Silistre” (1).
 
*
 
Oyun, kuşatılan Silistre Kalesi’ne koşan gönüllüleri konu alır. Gönüllülerden İslam Bey’in sevgilisi Zekiye ayrılığa dayanamaz; erkek kılığına girerek gönüllüllere katılır. Kuşatmanın nihayetinde kaledeki Miralay Sıdkı Bey’in Zekiye’nin ölmüş sandığı babası olduğu anlaşılır. Kale özgürlüğüne, sevgililer de birbirine kavuşur (1). 
 
*
 
Ama oyunun herhalde daha derunî bir anlamı olmalıdır. Bunu bulmak için yazıldığı dönemi ele almak iyi bir çıkış noktası olabilir: 1871 – 1876 yılları çağdaşlaşma sorunu açısından fırtınalı bir dönemdir(3). Bu dönemde yaşanan, konumuzun çerçevesini aşacak olaylar – kısa sürecek olan – I. Meşrutiyetin ilanı ile sonuçlanacaktır.   “Yeni Osmanlılar’ın en etkili üyesi Namık Kemal’in (3)” Vatan yâhut Silistre’de bize anlatmak istediği sadece vatanı düşmana karşı silahla savunmak değil, ama barış zamanında da eşit vatandaşlar olarak onun üzerine titremek, yönetimine katılmak olabilir. Seyircilerin ve sansürün tepkisi belki bu çerçevede daha iyi açıklanabilir. 
 
*
 
Oyunun esinlendiği Silistre müstahkem mevkiini 1854 Kırım Savaşı esnasında güçlü bir Rus birliği kuşatmıştı. Dobruca bölgesinde, Tuna üzerinde yer alan Kale Balkanlardaki Osmanlı savunmasının temel taşlarından biri idi. Rus ordusu, kale komutanı Musa Hulusi Paşa’nın da şehit düştüğü 40 günlük kuşatmayı geride 25.000 kayıp bırakarak kaldırdı. Aynı dönemde Karl Marx ve Friedrich Engels New York Daily Tribune gazetesine savaşın gidişi ile ilgili makaleler yazmaktadırlar. Bilebildiğim kadarıyla Silistre ile ilgili en derli toplu, nesnel değerlendirme bu yazılar arasında yer alır; Silistre Kuşatması (3). Kuşatma sırasında şiddetli çarpışmalara sahne olan Arap Tabyası internette görülebilir. Marx ve Engels’in Kırım Savaşı’nı konu alan yazıları okunurken tarihimizin az tanınan önemli bir figürü sayısız kez anılır: Kuşatma esnasında Balkanlardaki Osmanlı ordusu komutanı Ömer Lütfi Paşa (3). 
 
1806’da Hırvatistan’da Plaski’de Mahayla Lattas adı ile dünyaya gelen çocuk baba mesleği askerliği seçmişti. Önce Gospic’te okudu, buradaki başarıları ile yönlendirildiği Zadar Askeri Okulunu bitirdikten sonra Avusturya-Macaristan ordusuna katıldı. 1828’de – Andric’e göre, babası yolsuzluk suçlaması ile emekli edilince Avusturya-Macaristan ordusunda her türlü kariyer imkanını kaybederek (4) - Bosna’ya iltica ve ihtida etti; Ömer Lütfi adını aldı. Başarılı bir askerdi; kısa zamanda dikkati çekerek İstanbul’a ulaştı. Bir yandan Harbiye’nin öte yandan veliaht Abdülmecid’in özel hocası oldu. Kısa aralıklarla terfi etti, önce Eflak’ta denetimi sağladı, 1849’da Balkan Ordusu komutanlığına getirildi (5). Bilindiği gibi 1826’da yeniçeri ocağı lağvedilmiş, bundan sonra peyderpey zorunlu askerliğe geçilmişti.  Ömer Paşa bu zorlu dönemde Osmanlı ordusunu yeniden şekillendirdi, Osmanlı hakimiyetini birçok noktada tahkim etti. Ivo Andric’in ölümünden iki yıl sonra yayınlanan biyografik eseri, (4) Paşa’nın Osmanlı komutanı olarak Bosna’ya geri döndüğü dönemi konu alır, Paşa ve eşi hakkında önemli biyografik bilgi içerir. 1789 Fransız Devrimi’ni izleyen, milliyetçilik düşüncesinin filizlendiği bu dönemde düzenli ordu kuruluşu çerçevesinde çok uluslu bir İmparatorluğun uzak bir eyaletine giden komutanın geride hoş bir sada bırakması beklenemez. Bu güç, Osmanlı değil de, Avusturya-Macaristan ya da Rusya adına hareket etse de, durum farklı olmazdı. Ömer Paşa 1853’te Tuna üzerindeki Kalafat’ı savundu, 1854’te Bükreş’e girdi, 1854’te Kırım Gözleve’de (Güzelev, Eupatoria) 40.000 kişilik bir Rus birliğini yendi. Kırım Savaşı sırasında Kars’ın Rus tehdidi altında olduğunu çok erken farkederek müttefikler nezdinde harekete geçse de bu konudaki çabaları oyalama politikaları nedeniyle sonuçsuz kaldı (7). Bu “deha sahibi stratej ve çok iyi diplomat ” 1869’da atandığı Hassa Ordusu müşirliğini ölümüne kadar sürdürdü; 1871. (5).
 
 Osmanlı’da Batı müziği geleneği 19. Yüzyılda orduda yapılan yeniliklerle başlamıştı. Bu dönemde Sardunya elçiliği kanalıyla çağırılan Guiseppe Donizetti’nin II. Mahmud ve Abdülmecid’in himayesinde kurduğu Müzika-yı Hümayun bugünkü orkestralarımızın temelidir. Müzikolog ve orkestra şefi Emre Aracı 1995’te Londra’da bir sahafta eski bir nota buldu (8): “March composed by Her Excellency the wife of Omer Pacha” Ekselansları Ömer Paşa’nın karısının 1855 dolayında bestelediği Fa majör Silistre Marşı ve Re minor Oltenitza Marşı, 2002’de Kalan Müzik, Aracı yönetimindeki Londra Osmanlı Saray Müziği Akademisi’nin icra ettiği Savaş ve Barış: Kırım 1853-56 albümünde yer aldı. Disk, Kırım ve dönemle ilgili zengin bir koleksiyon içeriyor. Macar asıllı İda hanım gençliğinde bir dönem Viyana’da Karl Czerny’den piyano dersi almış (zamanın meşhur öğretmeni, egzersizleri bugün dahi kullanılzn Czerny ünlü besteci Franz Liszt’in de hocası idi). Aracı bu bestelerin popüler dans müziği niteliğinde olduğuna dikkatimizi çekiyor. Ömer Paşa’nın çocuklarına piyano dersi vermek için İstanbul’a gelen İda hanım Saide adını alması ve bir dönem savaş meydanlarında eşine eşlik etmiş (8).
 
*
 
 Vatan yâhut Silistre yazarı Namık Kemal Ömer Paşa’yı ne ölçüde tanıyordu?  1871’de Namık Kemal 31 yaşında iken  Ömer Paşa ömrünün son demlerini sürüyordu. Muhtemel ki Ömer Paşa ile Namık Kemal politik açıdan zıt kutuplarda yer alıyorlardı. Yukarıda vatan, vatandaşlık, meşrutiyet, anayasa kavramlarının ilk kez Namık Kemal ve arkadaşlarınca kullanıldığını, Vatan yâhut Silistre adının da vatan kavramının yasaklanmasından kaynaklandığını görmüştük. Ama iktidar ile muhalefet birbirine ne kadar uzaktı? Ya da onları ayıran temel nokta nasıl tanımlanabilirdi? Genç Osmanlıları izleyen nesil Jön Türklerdi.  Yahya Kemal birgün bir Fransız yazarın bu kuşaktan Ahmed Rızâ Bey’e söylediği şu sözleri aktarır: “Sizin siyâsî fikirlerinizle Abdülhamid’in siyâsî fikirleri arasında zerrece fark yoktur!” ve yorumlar: “[Bu] Ahmed Rızâ Bey’in o zaman zannettiği gibi, asla bir tahkîr değildi. Bir tahkîkdi, bir hakîkatı ifade ediyordu. Bu hüküm doğru idi. Ahmed Rızâ Bey’in ve hepimizin o zamanki fikirlerimiz, tıpkı Abdülhamid’in fikirleri gibi Memâlik-i Osmâniyye’de kendi milli tevekkufumuzu [duruşumuzu] temin etmek hedefine müteveccihti [yönelikti]. Ancak Abdülhamid resen padişah olduğu için bu teveffukun ancak kaahir bir istibdad ile kaaim olduğu neticesine varmıştı. Biz ise muhâlif olduğumuzdan bu teveffukun bir meşrûtiyyet şekliyle meşrûiyyet kesbedeceğini tevehhüm ediyorduk [sanıyorduk].”  (9)
 
Kaynaklar
 
1) Bek K. Nâmık Kemal. Vatan yâhut Silistre’de. 4. Baskı. Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, 2006; 5-18.
 
2) Kemal S. Intibah Üzerine. İntibah’ta 5. Baskı. İnkilâp ve Aka Kitabevleri. İstanbul, 1984; 5-10.
 
3) Berkes N. Türkiye’de Çağdaşlaşma (yay. Hazırlayan Kuyaş A.). 13. Baskı. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008; 309-10.  
 
4) Andric I. Ömer Paşa. (çev. Berktay A.) İstanbul, İletişim Yayınları, 2004; 
 
5) Ömer Lütfi Paşa maddesi. AnaBrittanica Ansiklopedisi İstanbul, Ana Yayıncılık. 1990; 17/300.
 
6) Engels F. Silistre Kuşatması. Marx K. Engels F. Doğu Sorunu [Türkiye] 2. Baskı, Sol Yayınları, Ankara 2008; 424-8. 
 
7) Marx K. Kars’ın Düşüşü. Marx K. Engels F. Doğu Sorunu [Türkiye] 2. Baskı, Sol Yayınları, Ankara 2008; 593-623. 
 
8) Aracı E. Kayıp Seslerin İzinde. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul 2011; 216-23.
 
9) Kemal Y. Çocukluğum Gençliğim Siyâsî ve Edebî Hatıralarım. İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul, 1999; 180. 
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.