Yüzme Havuzu

Yazın havuzun tenha zamanını yakaladım; bir taraftan diğerine yüzüyorum. 40 dakikayı tamamladığımda tatlı bir yorgunluk ve gevşeme hissediyorum. İnsan vücudu hareketle varoluyor; hareket etmeyen insanın ne vücudu ne de zihni rahat ediyor. 
Yüzerken düşünüyorum: 
- İnsan yüzmesini nasıl öğrendi? 
Herhâlde deniz, göl ya da akarsuda başlamıştı yüzmeye. Neden sonra bir yüzme havuzu yapabilecek düzeye erişti. 
- İlk yüzme havuzunu hangi uygarlık ne zaman geliştirdi? 
Zamanın seçkinleri için büyük bir gurur ve mutluluk kaynağı olmalı idi havuzdan yararlanabilmek ayrıcalığı. Yüzme havuzu, kullanan için ne kadar büyük bir nimet ise, her şeyin insan – köle – emeği ile yapıldığı o kadim dönemlerde bakım ve idâmesi de o kadar külfetli olmalı, günümüzde, teknik gelişmelere paralel olarak havuzun bakım ve idâmesinin kolaylaşmasıyla havuzdan yaralanabilenlerin sayısı da arttı. 
*
Eğitim ve sağlık sorunlarını çözümlemiş ülkelerde havuzlar kasabalara dek yayılmış; vatandaşın yüzme havuzuna girmesi vak’a-yı adîyeden sayılıyor. 
*
Bizim durumumuzu ise herhâlde en iyi otel ilânları yansıtıyor: Dikkat edin, renkli bir yüzme havuzu resmi bu ilânların nerede ise ayrılmaz parçasıdır. “Hotelimize, tatil köyümüze, hârikalar diyarımıza... v.d. v.d. ayak bastığınızda yüzme havuzumuz emrinizdedir.” 
*
Aradaki karşıtlık çarpıcı değil mi? İleri ülkeler vatandaşına antik dönemin soylusuna sağladığı konforu iyi kötü sunuyor. Biz ise senede bir hafta böyle bir ortamda bulunabilirsek şanslı sayıyoruz kendimizi; varın itiraf edin; şatafatlı bir tatil beldesine gittiğinizde hangimiz alttan alta, belli belirsiz bir suçluluk duygusunu yaşamadık? O ihtişam hangimizi ezmedi?
*
Aradan bir kaç gün geçti, yüzme antrenörü bir dostumla karşılaştım. Aklımdan geçenleri aktardım; boşuna dememişler “bir dokun bin ah işit o kâseyi fağfurdan” diye... Dostum önce ülkemizin sporculara ve halka açık yüzme havuzu olan şehirlerini saydı: Sayısı iki elin parmaklarını aşmayan bu şehirlerin en küçüğü Malatya idi. Sonra da antik çağın işe yaramaz adam tanımını aktardı: 
 
“Bırak onu! Ne okuma-yazma bilir, ne de yüzme!”
 
*
 
Suda bulunmak vücutta ne gibi değişikliklere yol açar? İzninizle bir tıp kitabından basitleştirerek aktarayım: Kasları gevşetir, ağrıyı azaltır, eklem ve yumuşak dokuların hareketini kolaylaştırır, dokulara sızmış sıvının dolaşıma geri dönüşünü sağlayarak kanı sulandırır, kanın yoğunluğunu azaltır, kanın kalbe dönmesini kolaylaştırır, kalbin bir atımda gönderdiği kanı artırır, böbreklerden su ve tuz atılımını hızlandırır, kan basıncını düşürür, nihayêt kaygıyı azaltır. (1)
*
Kiminizin aklından geçenleri duyar gibi oluyorum: “Ne kadar fantezi bir konu bu!” diyorsunuz. İyi ama; “denize girerken boğuldu” “sulama kanalında yüzerken kayboldu” haberlerinin ardı arkası neden gelmiyor? 
Yüzmek, daha da basiti suya girmek, suyun içinde olmak insanın kökü evrime dayanan çok köklü bir ihtiyacıdır. Bu doğal güdünün kurbanı da çoğu kez çocuklar oluyor; yüzme öğretemediğimiz çocuklar. 
*
“Sadece yüzme mi? Okula gönderemediğimiz çocukları unutma!” diyorsunuz belki de. Dilimizdeki “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” deyişi bu ruh halimizi yansıtır işte. Beklentilerimizi düşürmeye öylesine alıştırıldık ki! 
Önce okullar yetmez oldu. Sonra mevcut okullarda su - elektrik kesilir, tuvalet temizlenmez, sabun bulunmaz oldu, nihayet okul binalarının satılması geldi gündeme. 
*
Okul binaları satılabilir; bu siyasî bir tercihtir. 
Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarının ekseriyetini üstlenmek zorunda kalmıştı genç Türkiye Cumhuriyeti bugünkünden daha fakirdi. Lausanne Antlaşması ile tasfiye edilen Düyun-u Umumîye (Genel Borçlar) İdaresi’nin görkemli binası 1933’te İstanbul Erkek Lisesi’ne, aynı tarihte Avrupa yakasına taşınan Tıbbiye ise Haydarpaşa Lisesi’ne tahsis edildi; bu da siyasî bir tercihti. 
Karar bizim: Geleceğimiz; çocuklarımız, eli yüzü düzgün, iyi bir konumdaki, suyu akan, elektrik borcu ödenmiş, tuvaleti temiz okullarda mı okuyacaklar, yoksa onları, - tam da kimliklerini oluşturdukları yaşta - ücra köşelere mi süreceğiz? Biz vatandaş olarak beklentilerimizi düşürdükçe her şey daha da kötüye gidiyor sanki.  
 
1) Yüzbaşıoğlu N. Balneoloji ve Kaplıca Tıbbı. (Ed. Karagülle MZ.) Nobel Tıp Kitabevi. İstanbul 2002; 66-7.
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.