Tayfun Kurt: Sahafın Ölümü

'Ne yaparsan bir eksik: Sağlığında sana gereğince yardımcı olamadım. Ertelenemez meşguliyetim nedeniyle defininde de bulunamadım... Ruhun şad olsun. '
 
Kadıköy Çınardibi Sahaf günlerinde tanıdım onu; Üsküdar’da imiş eskiden. Bir kadim arkadaşımdan öğrenmiştim yerini; o, hemen her hafta uğrardı. Moda’dan Kadıköy’e inen sokaklardan birinde idi Sahaf; vitrin Türkiye’nin yakın geçmişine ışık tutardı. Latin alfabesine geçişi izleyen 1930’ların beğenisini yansıtan gotik harflerle dizilmiş, sararmış kitaplar; bizim “incunable”larımız. İçeride mekâna mümkün olabildiğince çok kitap sığdırmak üzere planlanmış tavana kadar uzanan raflar; geride aynı amaçla yapılmış küçük bir asma kat. Girişte dükkanın derinliğine doğru uzanan yüksek bir sehpa; üzerinde genelgeçer ilgiyi çekebilecek kitaplar ve dergiler. Her yer – konularına göre ayrılmış – kitaplarla dolu.
Dükkânın sağ tarafında, o kadar kitap arasında kendine yer bulan büyük boy bir portre; genç yaşta ölmüş bir ortak arkadaşımız. Nerede görebileceğiz artık onu? (Kurt’un sağlığı iyi değil, akciğerlerine de yayılan romatoid artritin üzerine bir de by-pass olması gerekiyor. Onun mekânında, aramızdan erken ayrılışıyla bizi sarsanı görmek ürpertiyor insanı, “hayat fâni, ölüm anî” gibi bir şeyler geçiyor kafamdan, bu soğuk nefesten kaçmak, kurtulmak istiyorum, yaşayanlarin gündelik sohbetine vuruyorum kendimi). Asma katın altında Kurt’un makamı; çevresi banko şeklinde çevrilmis; önünde bilgisayarı, raf kalmadığından yeni gelen kitaplar bankonun münasip noktalarına yerleşmekte; Kurt gireni çıkanı aralardan görmekte. Bankonun kapı tarafına düşen solunda bir sedir; burası biz konukların konakladığı mekân.
*
Türk edebiyatında sağlık konusunu incelerken nereden kaynak bulabileceğimi sorduğumda Osmanlı valilerinden Ebubekir Hazım Tepeyran’ın “Küçük Paşa” romanını öneriyor ve buluyor Kurt. Kitap, evlatlık alınan bir çocuk aracılığıyla XIX. yüzyılda ücra bir Anadolu köyündeki yaşantı ile İstanbul’da bir paşa konağındaki yaşantıyı karşılaştırıyor. (Neden okul müfredatında yer verilmez bu kitaba? Zira gecen onca zamana rağmen aradaki fark hiç bir şekilde kapanmamıştır!) Okumayan bir milletiz biz; ancak Kurt gibi yaşayan bir kütüphane ulaştırıyor bu belgesel esere beni; gavur ellerinde olsa diyorum, her isteyen ulaşabilirdi bu kitaba, zira daha çok okuyorlar, yazılı belgeye değer veriyorlar.
*
Kısacası Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor Kurt; yaptığı işin değeri anlaşılmıyor, hastalığı ona acı ve hareket kısıtlılığı veriyor, özel hayatında mutlu değil: Katı bir ifadesi var, bu katılığın içinde de yumuşak, özgecil bir kisiliği. Onca kitap arasında bir de büyük boy karakalem eskiz yer alıyor; esaslı çizgilere sahip; büyük oğlum bir dönem Kurt’un arkadaşı olan bu hanımın resim kursuna gidiyor.
*
Sahaf kâr etmiyor; Kurt dükkânın bulunduğu binayı satmak istiyor, uzun zaman istediği fiyatı bulamıyor. Uzaklara gitmek istiyor; – biraz hepimiz gibi – bir sahil kasabasına yerleşmek. Kısa ilişkiler yaşıyor cinsi latifle; hayat o kadar karmaşık, istekler o derecede farklı ki! Beraber yürümenin mümkün olmadığını görünce, Kurt öğüt vererek yolluyor hanımları... “Hepimiz küçük inlerde yaşıyoruz” diyorum; “insan bazen diğer inlerde ne olduğunu bilmek istiyor...” Bir eski göz ağrısı var; belli ki iyi bir kız, çoktan evlenmiş, uğruyor ara sıra. Böyle zamanlarda işim çıkıyor benim: Bazen zaman öyle kıymetli oluyor ki... Zira keçiboynuzu gibi hayat; çiğniyorsun,  çiğniyorsun ulaşıyorsun bir damla bala, ulaşabilirsen!
*
Bir zamanların Beyoğlu’su nasıl Nişantası’na yenik düştüyse, Moda da Bağdat Caddesi’nin serpilmesinden sonra geriliyor. Sahaf kendisi de gerileyen Moda’da tutunmaya calışıyor. Her ne kadar kâr etmese, değeri anlaşılmasa da, Sahaf Kurt’un kimliği: Onu bırakınca gerisi de geliyor...
*
Türkiye de aslına rücu ediyor galiba: Pek cok alâmetin gösterdiği gibi her şeyimizle (Amerika’dan bakışla) eksiksiz bir Orta-Dogu; / (Avrupa’dan bakışla) Yakın-Doğu ülkesi oluyoruz. Bu Müslüman mahallesinde artık salyangoz satılmayacak.
*
Akciğer enflamasyonunu baskılamak icin kortizon alıyor Kurt – ileride muhakkak daha incelmiş tedavi şekilleri bulunur – belli ki biraz da kaş yapalım derken göz çıkarıyoruz, zira kortizon bağışıklığı da baskılıyor. Bu da istenmeyen sonuçlara yol açıyor; Fournier gangreni v.d.
*
Günün birinde direnci kırılıyor kişinin; “benim işim tamam artık!” Zaten yaralı bağışıklık sistemi beyinden de olumsuz iletiler alınca herşey başaşağı gidiyor. Bazı eski formüller ne yazık ki güncelliğini koruyor; “ölüm gelmiş cihâne / baş ağrısı bahâne”.
*
Bu ülkenin kütüphanelerinin çoğu birer çıkmaz sokaktır. Kurt, kütüphanesi ve ilişkiler ağı ile birçok kütüphaneyi cebinden çıkarırdı. Bizden de birşeyler götürerek gitti. Düşüncelerinin yaşamasını dilerim.
 
 
Halûk Cağlayaner
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.