Nazan Bilgel: Yitik Zamanların Peşinden

Nazan Bilgel’i yıllar önce rahmetli Rahmi Dirican ile birlikte kaleme aldıkları Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) (1993; 2. Baskı) kitabı ile tanıdım; ülkemiz sağlık tarihi için değerli bir kaynaktır.   Ardından küçük ama sarsıcı, öğretici İnternet ve Tıp (1997) geldi. Bunca hızlı değişen bir alanda, yıllar bu kitabı eskitemedi. Okul hekimliği yaparken Halk Sağlığı Bakışıyla Ana ve Çocuk Sağlığı (1997) durdu işyerimde, ona başvurdum başım sıkışınca.
*
Birkaç ay önce Hocanın Yitik Zamanların Peşinden (2008) romanı elime geçti. Araya yoğun iş haftaları, girdi. Nihayet bir hafta sonu elime aldığım kitabın bitmesi iki günü bulmadı. Çok etkilenmiştim; hemen notlar almaya başladım. Ne ki yeni iş haftaları, aciliyet kazanan yükümlülükler girdi araya. Sözün özü anca tamamlayabiliyorum çiziktirdiklerimi. 
*
Sağlık ve toplum tarihimizin unutulmuş köşelerini ışık tutan kitabı bugünü daha iyi anlamak isteyenlere şiddetle tavsiye ederim. 
 
Uygarlığın çok çeşitli tanımları yapılmıştır. “Ülkenin uygarlık düzeyi kaldırımlarının yüksekliği ile ters orantılıdır” denmiştir mesela. Oysa kitap çok daha anlamlı bir tanım içeriyor: “Uygarlığının en doğru kıstası kadınların eğitim düzeyidir.” Ülkemizin ilk modern leksikolog ve filologu, ilk Türkçe romanın yazarı (Taaşşuk-u Talat ve Fitnat; 1872) Şemsettin Sami bize sesleniyor  (s. 52-3):
 
“Erkeklere verilen eğitim yalnız kendi şahıslarında kalır, ölümleriyle yok olur. Kadınlara verilen eğitim ise çocuklarına ve gelecek nesillere de geçer. Erkekleri eğitmek gölge veren bir ağaç dikmek, kadınlara eğitim vermek ise hem gölge hem meyve verecek bir ağaç dikmektir. Gölge, kendi eğitiminden topluma yapılacak iyilik, meyve ise yetiştirilecek eğitim görmüş çocuklardır. Kadınları eğitmeksizin yalnızca erkekleri eğitmeye çalışan bir toplum, kum üstünde temelsiz bir köprü kuran, yağmur yağdıkça köprünün yıkıldığını görüp yeniden yapmaya mecbur olan bir adama benzer. Bir toplumun eğitiminin temeli kadınların eğitimidir. Kadınlar toplumun esasıdır. Uygarlığın oluşumu, toplumların mutluluğu kadınların eğitilmesine bağlıdır.” 
 
(Alıntı yazarın “Kadın” kitabından olmalı. 50’den fazla kitap yazan Şemsettin Sami, Besim Ömer Paşa gibi ilk büyük vülgarizatörlerimizdendir. Bu kuşak, yabancı dil bilmeyenlerin genel kültüre ulaşmasını sağlamıştır; onlardan önce rivayet muhtelifti: Kulaktan, kulağa; tıpkı tarih öncesindeki gibi).
*
Profesör, cerrahi stajında, kız öğrencilerine seslenir: “Siz eksik etekler, elinizin hamuruyla erkek işine ne karışırsınız?” Derinden sarsılan tıp öğrencisi Pelin, babaannesine anlatır yaşadıklarını. Böylece kuşaklar birbirini tanımaya başlar. Kitap geri dönüşlerle III. Selim’den bu yana süregiden çağdaşlaşmada kadınların haklarını kazanmak için verdikleri “50 yıllık mücadeleyi” (s. 16) anlatır. 
 
Jülide Gören (babaanne) 1892’de Üsküdar’da dedesi Kazasker Fehim Şevket Paşa’nın konağında dünyaya gelir. O sırada “doğum yapılabilecek hastane” Rum Hastanesidir. Ne var ki hali vakti yerinde olanlar da evde doğum yapmayı tercih ederler; “Biz gâvur muymuşuz hastanelerde doğum yapacak?” (s. 19) 
 
12 yaşında saçlarını kesmeye başlar gizli gizli: “Böyle yapmaya devam edersen kız kurusu olarak ölüp gidersin.” (s. 23) Eve görücüler gelince “akıllı uslu Jülide gider, yerine delişmen bir kız geliverirdi… Böylece, çocuk denecek bir yaşta evlendirilmek korkusundan bir süreliğine de olsa kurtulur.” (s. 22) “O yıl İstanbul’da çıkan bir salgında annemi kaybettim.” (s. 23) Kısa bir süre sonra babası da ölür. Öksüz kalan Jülide 1908 ertesinde açılan İnas (Kız) Rüştiyesi’ne girer. Akrabasından Raif ve Nüzhet ona hürriyet ve kadın hakları mücadelesi fikirlerini tanıtırlar. Mezun olduğunda Hanımlara Mahsus Gazete’de bir makale okur; Avrupa’da kadınlar tıp fakültelerine kabul edilmektedir. Paris ve Heidelberg üniversitelerine başvuran Jülide kabul edilir: Ne var ki dedesi yurtdışına gidişine izin vermeyecektir: Dar-ül Muallimat-ı Rüştiye’ye girer. Matematik öğretmeni olacak, öğrencileri yetiştirecektir. O sırada öğretmen Ayşe Sıdıka Hanım bir ilki gerçekleştirmiş, müfredata “Usul-i talim ve terbiye” (Eğitim ve öğretim yöntemi) dersini sokmayı başarmıştır (s. 51).   
 
1911 yılında romanımızın kahramanı Jülide Hanım Rüştiye’de öğrenimini sürdürdüğü sırada Dr. Esat (Işık), Dr. Besim Ömer (Akalın), Dr. Akil Muhtar (Özden), Dr. Celal Muhtar (Özden) Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ni “ihyaen tesis” ederler. Kurucular genç birine ihtiyaç duyduklarında akıllarına ilk gelen Dr.
 
Adnan (Adıvar) olur, 5 kişilik ilk yönetim kuruluna da alınır. Cemiyet’in kurulmasında ve kökleşmesinde Dr. Adnan’ın büyük payı vardır: Balkan ve I. Dünya harplerinde Cemiyetin Kâtibi Umumisidir (Yıldırım; 2006). Hilal-i Ahmer, Osmanlı Devleti’nin bu en zayıf döneminde, üst üste sürüklendiği Trablusgarp, Balkan, I. Dünya Savaşlarında - asker ve sivil yaralılarla ilgilenir, - hastaneler kurarak cephedeki hastalara bakar, - savaş göçmenlerinin sağlık, yiyecek, giyecek, konut ihtiyaçlarına katkıda bulunur. Kurtuluş Savaşı başladığında, Cemiyet, ulusal ve uluslararası kamuoyunda tanınmış, saygın bir kurumdur. 1912’de, II. Meşrutiyet’in ardından, Osmanlı Devleti’nin sağlık işleri, Dâhiliye Nezareti’ne bağlı Sıhhiye Müdüriyet-i Umumisine verilir (Şehsuvaroğlu; 1951). İlk Sıhhiye Müdür-ü Umumisi Esat (Işık) Bey sağlık sorunları nedeniyle istifa edince yerine Hilal-i Ahmer Cemiyeti genel sekreteri Dr. Adnan atanır; (1 Ocak 1917). Besim Ömer’in ebelik - hemşirelik kursundan mezun olanlar Çanakkale Savaşı’nda gönüllü hastabakıcılık yapar, ülkeyi erkeklerle birlikte savunurlar. Yararlılıklarıyla dikkati çeken Safiye Hüseyin Elbi’ye 7 Kasım 1923’te – Besim Ömer’in girişimiyle – Florence Nigtingale üstün hizmet madalyası verilir.  
 
“İki gün sonra Raif abimi yolcu etmek üzere beybabamla birlikte biz de karşıya geçtik. Gördüklerimiz korkunçtu. Balkanlardan göç eden insanlar, kağnılarıyla, hayvanlarıyla meydanları, yolları doldurmuştu. Sirkeci’de Anadolu’ya geçmek üzere araba vapuru bekleyenler nedeniyle adım atacak yer kalmamıştı. Şehzade, Ayasofya, Sultanahmet Camiler koleralı askerleri karantinaya almak üzere tahsis edilmişti” (s.69). Balkan Harbi ertesinde İttihat ve Terakki iktidarının kurulması, Rumeli’den gelenlerin etkisiyle kadınlar toplum hayatında daha çok yer almaya başlarlar: “Bu duygularla Osmanlı Hilal-ı Ahmer Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi’ne üye yazıldım ve tüm boş vakitlerimi cemiyetteki faaliyete hasrettim.” (s.78) 
*
Nazan Hocamızın kitabına 78. Sayfaya kadar eşlik ettim. Buradan sonra Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi ile kadınların bağımsızlık mücadelesi birbirinden ayrı düşüyor biraz. Kadın mücadelesinin pek az bilinen bu özgün dönemini öğrenmek, bugünlere hangi zorluklarla gelindiğini görmek isteyenlere Yitik Zamanların Peşinden kitabını tavsiye ederim.  
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.