Kırpık, Minnoş ve Diğerleri

Mevsimin ilk karı yağmıştı. Üç ay önce sokaktan eve aldığımız köpeğimiz Kırpıkla büyük parka gitmiştim. Etraf ıssızdı. Kar tutmuştu. Kırpığı serbest bıraktım. Bütün süratiyle önümüzdeki küçük tepenin eteklerinde döndü, döndü. Hevesini aldığında yanıma geldi, yere yan yattı, ağzını açtı, minik kar parçaları yiyerek bir balık gibi ekseni etrafında dönmeye başladı. Mutluluk buydu.
 
Biz onu sokaktan devşirmiş olsak ta Kırpık cins, en azından kırma olmalı idi; araştırdığımız kadarıyla herhalde bir tarafı İskoç geyik tazısına dayanıyordu. Bir 100 metre koşucusu gibi hıza süratleniyor, diğer köpekleri geride bırakıyor, ama çabuk yoruluyor, nefes nefese kalıyordu. Uysallığı, sessizliği, mahviyeti, çenesinin altında keçi sakalını andıran, burnunun iki yanından minik birer yelpaze gibi gözlerine uzanan tüyleriyle ayrı ayrı hepimizin gönlünde yer etmişti. Adını üst komşumuz bu komik tüyleri nedeniyle koymuştu; Kırpık.  
 
Evimizde zaten iki kedi olduğundan onu eve almak önceleri sadece eşimin zihnine düşen bir fantezi idi. Yukarıdaki komşu ona bir yuva aldı, önüne yiyecek, su koydu. Kırpık sokağımızın sakinleri arasına katılmıştı. Gelgelelim insan tuhaf bir mahlûk. Bahçelerinde hapis ettikleri, hiç dolaştırmaya çıkarmadıkları bütün gün umarsızca uluyan köpeklerinden rahatsız olmayanlar, bu şekilde mülkiyet kurallarını delen kimseye ait olmayan bir köpeği istemediler. 
 
Mevsim sonbahara döndüğünde yazlıktan ayrıldık. Bu sırada Kırpık x.. kuruyemişlerinin sahibinin dişi köpeğine meyletmiş. Gelgelelim bu ilgiden hazetmeyen kopek sahibi bir adamı aracılığı ile Kırpığı ormana atmaya kalkmış. Allahtan durumu fark eden ve zamanında müdahale eden bir hayvansever yavrucağı kurtarmış. Bundan bir hafta sonra da Kırpığın küçük bir trafik kazası geçirdiğini duyduk. İki bacağı yaralanmıştı. 
 
Bundan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Birileri Kırpığın yuvasını, su ve yiyecek kabını yok etmişlerdi. Site yöneticisi eşime telefon ederek Kırpığı istemeyenlerin harekete geçtiğini, eğer hala eve almayı düşünüyorsak acele etmemiz gerektiğini söyledi. Bir akşam eşim tek başına yazlığa gitti. Kapı komşumuz ile Kırpığı once bahçeye sonra da eve almaya çalışmışlar. Akşam yemeği olarak tavuklu salata yiyeceklermiş; gelgelelim Kırpığı içeri girmeye ikna etmek için tavuk parçalarını ona verip salatanın kalanı ile iktifa etmeleri gerekmiş. Gece 10.30’a kadar komşunun evinde duran Kırpık bu saatte almış başını gitmiş…
 
Hafta sonu ailecek gittik. Bu kez Kırpığı arabaya binmeye ikna ettik. Sessiz ama endişeli bir yolculuktan sonra (Kırpık nefes nefese ve kalbi küt küt atıyor) eve vardık. Evde bir ay once hane halkına katılan Boncuk; beyaz – tekir karışımı bir erkek yavru ile Pamuk; yedi yaşında bembeyaz, ameliyat sonrasında obez bir erkek kedi karşıladı Kırpığı. Kendisi de eve yeni gelen Boncuk’la Kırpık alt alta üst üste pek iyi anlaştılar. Gelgelelim kendini “ev sahibi” olarak gören Pamuk epey surat etti Kırpığa. 
 
Ben hayvanlarla pek ülfeti olmayan bir ailede büyüdüm. Hatta 4 -5 yaşalarında olmalıyım. Bir akşam misafirliğe gidecektik. Çocukların her zamanki sabırsızlığıyla ben giyinerek apartmanın kapısına indim. Bir sokak köpeğ sokağın başına kadar kovalamasın mı beni? Neyse ki o sırada aşağı inen babam yetişti. Böylece çocukluğumun bir dönemini köpeklerden korkarak geçirdim. Babam; “köpekten korktuğunu belli edersen üstine gelir. Onu görünce gözüne bakmadan kendi yoluna gideceksin” dedi. Gerçekten de giderek kopek görünce kan ter içinde kalan ben bir müddet sonra köpeklere o kadar aldırmaz oldum. Hayvanlarla yakın ilişkim evlendikten sonrasındadır. Gerçek bir doğa tutkunu olan eşim börtü böceği, otu ağacı, sıcak kanlı hayvanları sever. Onun yanında ben de yavaş yavaş hayvanlarla hemhal oldum. İlk kedimiz Minnoş’u edindiğimiz on yılı aştı; geçen yaz böbrek yetersizliği sonucu yitirdik onu. Bunu biraz da her türlü önyargının aşılabileceğini göstermek için yazıyorum. Her sevgi sonradan da elde edilebilir. 
 
Hayvanlar edebiyatta yoğun olarak kulanılırlar. İnsanla ile ilgili anlatılmak istenen hayvan eğretilemeleri ile kolaylıkla ifade edilir. Buna göre köpekler “yağcı, köle ruhlu”, kediler de “nankör, bağımsız” olarak anılır. Belki de farkı iki türün evcilleştirilme süreçlerinde ve yapılarında aramak daha yerinde olabilir. Köpeklerin evcilleştirilmesi tarihin daha eski dönemlerine dayanır. Ünlü deneysel fizyolog Pavlov kedilerden hiç hoşlanmaz, “bu aptal hayvanlar yaptığım hiç bir seyi anlamıyorlar” dermiş. Gerçekten de kedi köpeğe kıyasla çok daha basit bir sinir sistemine sahiptir. İkisinin arasındaki fark ta buradan gelir bana kalırsa. Ünlü psikanalist Melanie Klein’ın küçük ama değerli bir kitabı vardır: Haset ve Şükran. Şükran duymak sinir sisteminin vardığı aşamanın bir ürünüdür. Köpek onun için yaptığınız bir iyiliği fark ettiğinde şükran duyar ve bunu ifade edebilir. Kedi ise bu nörölojik beceriden yoksundur. Dolayısıyla onu “nankör” demek te anlamsızdır. Kedi bir insanın sinir donanımına sahip olsa ve aynı şekilde hareket etmeyi sürdürse işte o zaman nankör denmeyi hakederdi. 
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.