Habitat II Yaklaşırken Kaldırım Mühendisi’ne Mektup (*)

Sayın Kaldırım Mühendisi,
 
Habitat II Kent Zirvesi arifesinde sizi ülkenize dönmeye çağırıyorum. Kaldırımlarımız hızla yıkılıp yapılıyor bugünlerde. Yapılanların kalıcı olabilmesi için sizin uzmanlığınıza ihtiyacımız var. Yurt dışında yaşamanızın yurdumuzu yeterince sevmemekten kaynaklanmadığını biliyorum. Yeterince takdir görmediğiniz gibi bir dönem kalbinizi de kırdık; uzmanlığınız iş güç sahibi olmayanları tanımlayan hakaretamiz bir ifadeye dönüştü; “kaldırım mühendisi”.
 
Sizi samimiyetime inandırmak ve uzmanlığınıza duyduğumuz ihtiyacın Habitat II ile sınırlı gelgeç bir heves olmadığını göstermek için ne yapmam gerektiğini uzun uzun düşündüm. Öncelikle kaldırım kelimesi nereden geliyor? Bunu bulmak pek kolay olmadı, sonunda ummadığım bir yerde bir tıp kitabında çıktı karşıma: “…günlük hayatımıza girmiş Rumca kelimelerin başında ‘kaldırım’ gelir. Yunanca ‘kalodromos’tan  alınan bu kelime yolların kenarındaki düzeltilmiş ve yürümeye elverişli kısımlara verilen isimdir. ‘Kalodromos’ Yunanca ‘güzel yol’ demektir (1).
 
Kaldırımlarımızın bugünkü hali içler acısıdır. Gelişigüzel kurulan yeni semtlerimizde kaldırım hiç yoktur, bulunan yerlerde ise sokakla kaldırım arasındaki seviye farkı neredeyse mütevazı bir kale hendeğini andırır. Defalarca kazılıp onarılmaktan ve kötü onarım nedeniyle çökmekten, kargacık burgacıktır kaldırımlarımız. Ülkemizde hiç çocuk, hamile, yaşlı, engelli bulunmaz, bulunsa da sokağa çıkmaları gerekmez. Ne var ki, benim diyen yiğit delikanlılar dahi kaldırımlarımızı aşmakta zorluk çekerler. Kimi yerde, - her nasılsa – yapılmış insani ölçülerdeki kaldırımlar da tezelden araba parkına dönüşür. Bu derbederlik bizi hoyrat kılar. Bazı yerlerde de kaldırım taşları her ikisi de alçak zeminli olan yol ve kaldırımı ayırmak için bir set oluşturur, bu yöntem, arabaların kaldırıma park etmesini gerçekten önleyen dahiyane bir buluştur; ne yazık ki yayalarımızın bu fırsattan istifade etmek için yeterli mahareti gösterebildiklerini söyleyemeyeceğim.
 
Kaldırımlarımızın geçmişteki durumu neydi? Osmanlı İstanbul’unun Arnavut kaldırımı döşeli, küçük dolambaçlı sokaklardan oluştuğunu, birbirini doksan dereceyle kesen dümdüz yolların bize, yüzyıl dönümünde geldiğini biliyoruz. Geldi de ne oldu? Bu, çok su götürür bir tartışmadır. Ben, burada biri şehrin yıkılarak, diğeri korunarak güzelleştirileceğini savunan iki taraf olduğunu, günlük uygulamanın ise daha çok oluruna bırakmak şeklinde gerçekleştiğini söylemekle yetineceğim. İşte, şehrin yıkılarak güzelleşeceğine inanan görüşün önde gelen temsilcilerinden, “belediyeciliğin bizdeki atalarından” Operatör Cemil Paşa 83 yıl önceki kaldırımları şöyle tasvir ediyor: “Sokakların kaldırımı pek bozuktu. Asfalt şöyle dursun tramvay geçen caddelerden maada hiçbir sokakta parke kaldırım yoktu.”
 
“Halkımız sokaklarda yürümesini bilmiyordu. İşlek caddelerin yaya kaldırımının sağ tarafından gitmezler, birbirlerini itip sıkıştırırlar, rast geldikleri ahbaplarıyla durup yüksek sesle görüşürler ve yolu kısmen kapatırlar, gelip geçenleri rahatsız ederlerdi. Medeni ve şehir halkına yakıştırılamayan bu gibi ahvale sık tesadüf olunurdu.” (2)
 
Arabalar kaldırımları işgal ettiğinden yayalar da yolun ortasından yürürler! Söylemesi kolay da, acaba gerçekten öyle mi?
 
74 yıl öncesini anlatan şu satırları okuyunca şüpheye düştüm doğrusu; hamiyetli tarihçi ve insanbilimcilerimizi bekleyen çetrefil bir konudur bu. Bilmem soya çekim söz konusu mudur? Yerleşik hayata geç(e)meyişimiz mi sorumludur? Yoksa bu bir kendine güven ifadesi midir? Varsın araştırsınlar: “Ben bazen [Viyana’da] pencere önünde otururken caddeden geçen birinin Türk olduğunu sezer ve arkadaşlardan birinin hemen gidip öğrenmesini ve kahveye davet etmesini söylerdim. Ekseriya tahminim doğru çıkardı. Bunu, ben, o şahsın cadde ortasında gidişinden anlardım. Çünkü burada Viyanalılar hiç sokak ortasında yürümezlerdi.” (3) Eser miktarda park yeri bulunması bir nebze ehemmiyete haizdir. Lakin o da kabil-i ihmaldir. Hazır olmalıdır küheylan her daim; sırtına atlayıp da ne zaman gideceğimizi kim bilebilir?
 
*
 
Bunca girizgâhtan sonra nihayet konunun özü hakkında birkaç kelime edebilmeliydim. Ne var ki can alıcı bilgi eksikliklerim var; belediyelerin kaldırım ihalelerine esas aldıkları şartnameyi ele geçiremedim. Bu şartnamenin peşinde harcadığım günleri ve yaşadığım Kafkaesk maceraları anlatacak değilim, ancak, hangi partiden olursa olsun, belediyelerimizin bu pek gizli belgeyi saklamaktaki iradelerinin her türlü takdirin üzerinde olduğunu gördüm. Bu nedenle size şartnameyi değil, ancak uygulamayı izleyerek varlıklarını sezinlediğim bazı maddelerini sunabileceğim:
 
1)      Önerilecek kaldırım, yapısı, malzemesi, yüksekliği ve bütün diğer özellikleri ile özgün olmalıdır.
 
2)      Şehrin diğer semtlerindeki ve ihaleye söz konusu olan cadde ve sokaklardaki eski kaldrımlara benzerlik, teklifin reddi için yeterli nedendir.
 
3)      Kullanılacak malzeme, belediyemizin ………………… dönemi faaliyetini sembolize edeceğinden, yedek parça temini amacıyla da olsa bir daha katiyen üretilmemeli, böylece eserin orijinalliği korunmalıdır. Teklifi yapan firma, bu konuda teminat vermekle yükümlüdür.
 
4)      Eski kaldırımın sökülmesinde, sökülü bırakılmasında zaman kısıtlaması yoktur; ancak döşeme işlemi yıldırım hızıyla gerçekleştirilmeli, dolgu malzemesinde zamanla boşluklar oluşarak taşların kısa zamanda kırılması sağlanmalıdır.
 
5)      Kullanılacak malzeme çevre dostu olmalı, zamana direnmemeli, yağmur ve güneşin etkisiyle kısa zamanda ufalanmaya elverişli olmalıdır.
 
*
 
Sayın Kaldırım Mühendisi,
 
Sizi, Türkiye’ye bu tabloyu değiştirmeniz için çağırıyorum. (Bizler her şeyi yazı ile ifade etmeyi sever, şifahîlikten hazzetmeyiz. Bu sorun fark edildiğine göre, yakın gelecekte bu konuda pek çok mektup almanız tabiidir.) 
 
Zamanında hangi sokaklarımızı hangi bitkilerin süslediğini gösteren “hurda malumat” (!) sayın Gülersoy’un “İstanbul Estetiği” kitabında bulunmaktadır (burada çiçek, ağaç, yemiş adı taşıyan 571, geçmişte taşımış olan ve bugün artık var olmayan 150 İstanbul yolunun isimleri verilmektedir) (4). Bu sokak ve caddelerin hangilerinin orijinal bitkileriyle yeşillendirilebileceği, hangi bitkilerin şehrin hangi bölümünde değerlendirilebileceği “Kentiçi Ağaçlandırmalarında Kullanılacak Bitki Türlerinin Seçimi Kılavuzu” nda belirtilmiştir.
 
Not: Kötü örnek, örnek oluşturmaz. Bu bakımdan, geldiğinizde akıbetinizin sayın Gülersoy’un akıbetinden farklı olacağına emin olabilirsiniz.
 
Kaynaklar
 
1)      Songar A. Türkçemiz ve Dil Hakkında. İÜ CTF Psikiyatri Kürsüsü 1972 – 1973 Seminerleri’nde. İstanbul, 1973; 214.
2)      Topuzlu C. 80 Yıllık Hatıralarım. 2.baskı. (Hazırlayanlar: Kazancıgil A, Hatemi H.) İÜ CTF Yayınları, İstanbul, 1982; 90-3.
3)      Arseven CE. Sanat ve Siyaset Hatıralarım (Yayına hazırlayan: Işın E.) İletişim Yayınları, İstanbul. 1993; 135-6.
4)      Gülersoy Ç. İstanbul Estetiği. Kendi yayını. İstanbul, 1983.
5)      Atay İ, Ürgenç S, Aytuğ B. Kent içi Ağaçlandırılmalarında Kullanılacak Ağaç, Çalı ve Sarılıcı Bitki Türlerinin Seçimi Kılavuzu. İÜ Orman Fakültesi Yayını. İstanbul, 1987.
 
(*) 01.05.1996’da yayınlanmış bir yazı. O günden bugüne neler değişti? Kısmet olursa, onu da bir başka yazıda değerlendirmek umuduyla.  
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.