Ev Hâlleri ve “Yaşam Coach”u

Bir Pazar günü. Öğle üzeri. Eşimin yüzünden düşen bin parça. Hava bozdu, daha da bozacak. Gök gürüldüyor... Mesajı alıyor; kütüphaneye yöneliyor, tensikata başlıyorum hemen.
*
Son derece haklı. Basit bir denkleme dayanıyor tepkisi: Eve giren ve çıkan kağıt miktarı arasında korunması gereken bir oran var; bu oranı yitirdiğinizde kağıtlar evde oturur, siz de kapının önünde yatarsınız!
Merak saikiyle soy selülofillerin ne eylediklerini araştırmıştım bir zamanlar: Hazretlerin ikametgâhları dışında – artık Allah ne verdiyse – bir, iki... “kütüphane-ev”leri var imiş, ikinci derecede önemli gördükleri kitapları orada saklar, gerektiğinde gider bakarlar imiş... Fakirin bunu yapmaya mecali olmadığından... Gelsin tensikat! Pek ağdalı ve eski zaman kokulu “tensikat”ın kelime anlamı “düzenleme”. Bizde, işçi çıkarmanın renksiz, kokusuz ve zararsız karşılığı olarak yerleşmiş.
Aslında kütüphane konusunda da yapılan farklı değil; artık okunmayacak, başvurulmayacak, güvenilir bulunmayan ya da evde alıkoymanın getirisinin kaplayacağı yerden az olduğuna karar verilen evrak kapının önünde buluyor kendini.  
Bu vesileyle konu başlıkları bir kez daha gözden geçiriliyor. Tensikat hem kütüphanede hem zihinde yapılıyor; önceden şöyle bir okunup geçilen makale ya da kitap zamanın birikimiyle başka bir ışık altında görünüyor, yeni okuma ve araştırmaların kapısını açıyor.
***
İşte bu son “tensikat”ta “ilk elden çıkarılanlar” “kişisel gelişim” kitapları oldu. Aman yanlış anlaşılmasın; “kâmil insan” olduğum zehabına kapılmadım hiç. Ama bu kitaplardan da hiç istifade edemedim. Bu “literatür”, “piyasa”nın zihinleri “ehlileştirme” aracından başka bir şey değil.
*
Patronlar ve işgüderleri, iş saatlerini ilâ-nihaye uzatarak alacakları verimi artırmayı düşünürler: Başta işler iyi gider, ancak bir kez kritik eşik aşılınca, verim düşmeye, moraller bozulmaya, yanlışlar yapılmaya başlanır. Fiziğin temel yasaları ihlâl edilmektedir zira.
*
Diyelim bir motorlu aracınız var: Yakıt koyuyorsunuz deposuna. Koyduğunuz yakıtın ancak bir bölümünü bir yerden bir yere gitmek icin kullanabilirsiniz; kalan kısmı, mekanizmanın çeşitli noktalarında sürtünme enerjisi olarak yitip gider. Enerjiyi sıfır kayıpla kullanmanın yolu bulunamamıştır henüz: Bu, ancak Con Ahmet’in hayalî devr-i dâim makinasında mümkündür.
*
Enerjinin mekanik sistemlerde kullanımı böyle iken, çok daha karmaşık biyolojik bir sistem olan insandaki kullanımı haydi haydi kayıplarla gerçekleşir. 24 saatlik günü kabaca üçe ayırabiliriz; ilk 1/3 uykuya, ikinci 1/3 çalışmaya, üçüncü 1/3 ise insanın kendini yenilemesine hasredilmiştir (büyük şehirlerde, her iki tarafa da katkısı olmayan, ama götürüsü çok olan ulaşım da eklenir iş saatlerine). İkinci 1/3 belki de hayatın ta kendisidir: Bütün sosyal münasebetlerimiz, ailemizle (anne, baba, eş, çocuk v.d.) ve diğer insanlarla temasımız, hem birey olarak hayatı sürdürebilmemiz, hem de tür olarak varlığımızı sürdürecek kuşakları maddeten ve manen var etmemiz, bizden önceki kuşağa elimizden gelen yardımı yapmamız, işte bu 8 saat icinde gercekleşecektir. İş gününün, günün geri kalanı aleyhine mütecaviz genişlemesi hayatımızı kemirir, bazen de yok eder.
***
Gelelim işyerine: Zaman zaman fütursuzca “köpek balığı” sıfatı ile tavsif edilen, böyle davranması beklenen ve teşvik edilen yönetici(ler), emeğin “bu fethedilmiş veriminin” yavaş yavaş elden gittiğini farketmekte gecikmezler: Fikir teatisi ya da görüş alışverişinin “out” olduğu günümüzde çözüm “brain storming” ile bulunur!
“Motivasyonu” artıracak bir “yaşam coach’u” çağrılmalıdır derhâl! “Coach” gelir, o, kişisel motivasyonunu dolar cinsinden cebine koymuştur, toplantı sonunda “kişisel gelişim”ini sürdürecek kitaplarını pazarlayacaktır. Rahat ve keyiflidir sahnede; kuyruğunu yakalamaya çalışan bir yılan gibi, 24 saati umarsızca hem işe hem de evine yetiştirmeye çalışan, bunu beceremediğinde de, unutkanlık, takıntılar, zorlantılar, türlü mantıksızlıklar sergilemeye başlayan günümüz insanını – yâni seyircisini – acımasızca sarakaya alır, türlü tulûat ile neşeli bir iki saat yaşatır çalışanlara, meâlen şudur anafikir: “Takma kafana” “Pozitif düşün”. Gelgelelim, her gün bir saat önce bıraksan adamı, zaten “pozitif düşünecek” ya da pozitif çözümler üretebilmeye başlayacaktır.
 
Halûk Çağlayaner
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.