Beden Dünyaları

Öğrenci, tıp fakültesinde olduğunu, temel tıp bilimleri derslerinin başlamasıyla anlar: Bu dönemin, üzerinde en çok konuşulan, düşünülen dersi anatomidir. Diğerleri daha önemsiz değildir; ama kadavra disseksiyonu bizi temel korkumuzla karşı karşıya bırakır: Ölüm. 
*
Gökyüzünü bıkıp usanmadan inceleyen, kısıtlı olanaklarla yıldızların hareketlerini, güneşin tutulmasını en eski zamanlarda öngörebilen insanoğlu kendi bedenini nesnel bir gözle inceleyerek elde ettiği sonuçları tedavide kullanmayı ancak William Harvey (1625) sonrasında gelenek haline getirebildi. 
Bizde kadavra disseksiyonu yapılan bir tıp okulu kurma konusundaki ilk kalkışma 1805’te, III. Selim’in Kasımpaşa Deniz Hastanesi ile aynı yıl kurdurduğu Kuruçeşme Rum Tıphanesidir. Bu okulun, Kasımpaşa Tersane Tıbbiyesi’nden ayrı tutulmasının nedeni, disseksiyonun Müslümanlar eliyle yapılmasının yol açacağı reaksiyondan çekinilmesi idi; bu sakıncayı aşmak için okul Rum tebaa eliyle açıldı. III. Selim’in tahttan indirilmesiyle, kaç yıl faaliyet gösterdiği henüz belgelenemeyen bu tıp okulu da tarihin sayfalarına gömüldü. Bizde, disseksiyon geleneği 1839’da Galata Sarayı Tıbbiye’si ile başlar. 
*
Tıpta, uzun araştırmalar sonucu ulaşılan sonuçları çarpıcı ifadelerle vurgulamak adettendir. Canlının ana rahmindeki oluşumunu inceleyen bilim adamları yıllar ve kuşaklar süren gözlemlerini “birey oluş soy oluşun yinelenmesidir” (her canlı oluşurken türünün geçirdiği evrimi yineler) sözüyle özetlemişler. “Anatomi kaderdir” “anatomi cerrahın pusulasıdır” sözleri de bu bilim dalının akla ilk gelen aforizmalardır. 
*
Gelgelelim anatominin esas çarpıcı yönü kişiyi kadavra ile karşı karşıya bırakmasıdır. Kendini, hiç olmazsa kendinin efendisi sanan kişi, işte, orada, öylece yatmaktadır. Biz ne yaparsak ona maruz kalacaktır. Beni derinden etkileyen bu öğrencilik yaşantısını mesleğimin başında yeniden yaşadım. Sağlık ocağı hekimi olarak birçok otopsiye katıldım. 
*
Bana öyle gelir ki, orada öylesine çaresiz ve tepkisiz duran insan tekiyle karşı karşıya kalmak herkesin hayatta bir kez yaşaması gereken bir deneydir. Belki de zamanımızın çoğunu işgal eden düşünceler, işler boştur? Belki de hayatımızın dümenini elimizden iyice kaçırmışızdır? Kim bilir? 
*
Karaköy 3. Antrepo’da yer alan “Beden Dünyaları” (Orijinal Vücut Dünyası) – Yaşam Döngüsü – Sergisi işte bu sihirli karşılaşmayı sağlıyor. Orada öylece duruveren cansız bedenin yerinde bir gün biz olacağız. Kör, sağır, dilsiz, duyarsız olacağız, bizi tanıyanlar da yok olduktan sonra hiç yaşamamış gibi olacağız. 
Sergi insanı döllenmiş yumurtadan başlayarak erişkinliğe kadar inceliyor.  Serginin bir sürprizi de insan bedenlerinin yanısıra yer alan hayvanlar. İki at, birisi üzerinde binicisiyle birlikte bir engeli atlamaya hazırlanıyorlar. Önce damarları doldurulup sonra bedenleri eritilerek sadece dolaşım sisteminden ibaret bir tavşan ve bir horoz. Bir beden üzerinde sinirler dokulardan ayrılarak görünür kılınmış; bir bilgisayarın arkasından çıkan kabloları görür gibi oluyor insan. Bir diğer bedenin protez takılması mümkün olan her eklemine birer protez konmuş; bir tür biyonik adam. Empresyonist ressamlar Monet ve Degas’ın görme bozukluklarının konu alındığı köşede, bu ressamların katarakt ve retina hastalığı sonucu bozulan görüşlerinin resimlerine yansıdığı konu ediliyor. Bu büyük parçaların arasında yer alan ağır kifoskolyozlu iskeleti, çok sayıda doku karşılaştırmalı kesitini saymak bu yazıyı fazlasıyla uzatacak. 
Nihayet – yanlış hatırlamıyorsam hazırlanması 3 yıl süren – zürafa bedeni serginin en büyük parçasını oluşturuyor. Zürafa Arapça zarifin çoğulu, birçok dile de buradan geçmiş. Gelgelelim görünürdeki bu “zerafet” işleri epey zorlaştırmış olmalı. Zürafayı görünce bir evrim kitabında aktarılan anektodu hatırladım;  türün adlandırılmasında herhalde başrolü oynayan uzun boyun zürafanın nervus recurrens’inin boyunun 5 metreye ulaşmasına neden olmuş. Bu siniri kesmeden disseksiyonunu yapmak az sayıda faninin başardığı bir maharet gösterisi halini almış anatomistler arasında.  Böylece temel hazırlığı bir yılı bulan plastine bedenlerin hazırlanmasının ne kadar büyük bir bilgi ve emek ürünü olduğunu bir kez daha düşündüm. 
Sergi, bizi bedenimizle başbaşa bırakıyor; bu öylesine etkili olmuş ki, gezenlerin bir bölümü yediklerine içtikleri dikkat eder olmuşlar, bir bölümü de sigarayı bırakmış. 
Sergi 17 Aralık’ta sona eriyor: Henüz görmemiş olanlara tavsiye ederim. İstanbul dışında olanların da sırf bu amaçla İstanbul’a gelmelerine değer.
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.