Aşk

Mevlâna Celaleddin Rumî (Romalı Efendimiz Celaleddin) düşünce alemimizin baskın bir figürü. Daha önce kitaplarını okuma teşebbüslerim akim kalmıştı: Her kitabın sizin için bir “eşref saati” vardır. Saati gelmeyen kitabı okuyamazsınız, okusanız da katkısı olmaz size.
 
Madem, kendi eserlerini okuyamıyorum, hakkında biyografik bir yapıt okuyayım dedim geçen kış. İşte Radi Fiş’in “Bir Anadolu Hümanisti: Mevlana” (Evrensel Yayınları) kitabına böyle başladım. Kış boyunca sürüklendi durdu kitap. Bir yandan daha çok merak ettiğim konular öncelik kazanıyordu, bir yandan da günlük hayat konu üzerine yeterince yoğunlaşmama izin vermiyordu. Nihayet yaz tatilinde Selçuklu Anadolusu üzerine birkaç kitabı derleyip karşılaştırarak okudum.
 
Bugünkü Avrupa’nın günlük hayatının pekçok ayrıntısı 12. yüzyılda şekillenmişti. 13. yüzyıl Anadolu’su bir karmaşa içinde idi. Bir yandan IV. Haçlı Seferinin yıktığı Doğu Roma, öte yandan Moğolların boyunduruk altına aldıkları Anadolu Selçukluları... 1204’te Doğu Roma fiilen sona ermiş, kent 1261’e kadar sistematik bir soygunu yürütecek Latinlerin idaresine girmişti. Doğu Romalılar (Bizanslılar) İznik’e çekilmişlerdi; Selçuklular için İznik’i ele geçirmek işten bile değildi; Latinlerle burun buruna kalmamak için İznik’teki tampon devletin varlığını sürdürmesini tercih ettiler. Moğollar da Anadolu Selçuklularının varlığına kesin olarak son verebilirlerdi. Oysa bu durumda Anadolu’da yeni bir yapılanmaya gitmek gerekecekti, onlar bağımlı bir “kabuk devletin” varlığını sürdürmesini, bu arada gönderdikleri orduların giderlerini ve bakımını üstlenmesini ve kendilerine vergi vermesini tercih ettiler. Oluşan tablo kimyasal tepkimeler sırasında ortaya çıkan geçici, kararsız bağlanmalara benziyordu. Zaten kısa süre sonra da başka oluşumlara yol açarak kayboldu. Bu geçici durumun sürdürülmesinde, herhalde Selçuklu veziri Muîniddin Pervane’nin büyük katkısı oldu.
 
İşte özetin özeti olarak 13. yüzyıl Anadolusu; tam anlamıyla bir “geçiş” toplumu ve zamanı idi: Mevlâna, Muiniddin Pervane’nin hüküm sürdüğü Konya’da yaşıyordu. Türkolog Radi Fiş’in kitabı Mevlâna’yı dönemine mükemmel bir şekilde yerleştiriyor ve onu daha yakından tanımak isteyenler için ilk adımı oluşturuyor.
 
Ben, Selçuklu Anadolu’su ile haşır neşir olurken Lise’ye giden oğlum da Elif Şafak’ın “Aşk” romanını okuyordu; çok beğendi. Ondan annesi aldı, o da olumlu şeyler söyledi kitap hakkında. Eh, bu durumda benim de bir göz atmam farz olmuştu.
 
Önce önsözdeki suya atılan taş metaforu ile çarpıldım, “Aile Hekimliği” kitabının 5. babının başlangıcındaki kişi – aile – akrabalar – dostlar – arkadaşlar - iş arkadaşları – topluluklar – toplum – insanlık - ekosistem şemasının dayanağı olan bu metaforu hastalarımla konuşurken sık sık kullanıyordum; eh, böylesine zayıf bir noktasından yakalanınca insan, yazı da akıcı ise...  Gerisi geldi; kitabı dört günde bitirdim. 
Rahat ve hızlı okunan kitap, edebî yönden epey eleştirildi, ticarî yönden övüldü, dönemin insanlarının diyalogları açısından yerildi. Kitabın şu ya da bu noktasının eleştirilmesi mümkündü tabii, ama bu tür eleştiriler bize kitabın büyük başarısını açıklamaktan uzaktı: Yakın bir tarihte gördüğüm “yeni” baskının üzerinde “400.000” yazıyordu ki, bizim gibi az okuyan bir toplum için devâsa bir rakamdı bu. 
Farklı dünya görüşlerinden insanların beğenilerinin ortak paydası, nasıl olup ta yakalanmıştı?
 
Kitap benim yakın tarihte Erje Ayden’in “Goldberg Paşa”sında rastladığım bakışımlı örgüsü ile dikkat çekiyordu: Bir yandan 13. yüzyılda Mevlâna çevresinde geçen olayları öğrenirken, eşzamanlı olarak 2008-9’da müslümanlığı seçmiş İskoç bir gezgin-yazar ile ABD’de yaşayan editörü arasındaki ilişkiyi izliyorduk. Kitap iyi yazılmıştı; peki ama bunca başarının sırrı ne idi?
 
Biz, sanayi devrimini ıskalamış bir toplum olarak Batı karşısında onulmaz bir aşağılık duygusunun kıskacı içinde idik. Kitap dolaylı yoldan bu yaramıza merhem oluyordu. Ortaçağ Anadolu’sunun bilgeliği 21. yüzyılın Batılısına yol gösteriyordu! 
Bir başka deyişle yazar bize bir yandan bir aşk romanı sunuyor, öte yandan bilinçaltımızı okşayarak “bugün bir şey yapamıyorsanız yerinmeyin; bu, o kadar da önemli olmayabilir, bakın bugünün Batılısı da, dertlerinin çözümünü 13. yüzyıl Konya’sında buluyor” örtülü mesajını veriyordu.
 
Fiş’in kitabı zahmetli ve uzun bir çalışmanın ürünü idi, dönemin tarihi ile birlikte ele alındığında çok öğretici oluyor, Ortaçağ Anadolu’suna ışık tutuyordu. Ama bir “çok-satar” olmasını beklememeli ondan. İkinci kitaptan ise böyle yorucu bir çaba, hele dönemin Konya’sı, Anadolu’su hakkında bir şey beklememek gerekirdi. Evet, yazarın işlek bir anlatımı vardı, gelgelelim anlatılanlar aşağı yukarı Mevlana ile ilgili genelgeçer el kitaplarında bulunanlardan öteye gitmiyor, daha ziyade günümüzle ilgili bir avuntu veriyordu.   
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.