6 Ekim 1923

Bugün 6 Ekim 1923. Babamın doğum günü. Babaannemin hamileliği işgal İstanbul’unda geçmiş. Babam, Refet Paşa’nın güçleri şehre girdiği gün dünyaya gelmiş; Rafet adını vermişler. 
Türkiye’de yaşayan herkesin geçmişinde az ya da çok göç bulunur. Ulus devlet kavramı endüstri toplumunun bir ürünüdür. Endüstri toplumu karşı konulmaz gücü ile kendi paradigmasını dünyaya dayatınca Osmanlı gibi fevkalade geri tarım toplumlarında da ulus devletlerin kurulmasına başlandı: Bunun tek yolu vardı; etnik temizlik. 
Bu konuda az sayıdaki hakbilir biliminsanından biri olan Amerikalı tarihçi Justin Mc Carty (1) bu yolda atılan ilk adımı George Finlay’in 1861 tarihli kitabından (2) şöyle aktarır:
“1821 Nisanında, 20.000 kişi toplamına yakın bir Müslüman nüfus, Yunanistan’da [1861’de Yunanistan Krallığı şimdiki Yunanistan’ın anakaradaki güney ucundan ibaretti] dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. [Ayaklanma çıkmasının üzerinden] Daha iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler; adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler. [Günümüzde] Yaşlılar hâlâ, taş yığınlarını parmakla gösterip, gezginlere, “İşte şurada Ali Ağa’nın pyrgos’u, kulesi vardı; burada hem onu hem eşlerini ve hizmetkârlarını öldürdük” diye anlatırlar ve bunu anlatan yaşlı adam, yolu üzerinde bir öç alıcı meleğin bekliyor olabileceğini aklına bile getirmeden, bir zamanlar Ali Ağa’nın olan tarlaları sürmek için yürür gider. İşlenen suç bir ulusun suçu idi ve onun vereceği sıkıntılar ne olursa olsun bu sıkıntılar bir ulusun vicdanında duyulmak gerekir; bu günahı bağışlatacak davranışlar da o ulusça yapılmalıdır.”
*
Babaannemi hatırlarım; adı Nebiye, lakabı “Kara Nebiye” idi, yüzü hiç gülmezdi. Şehremini’nde otururlarmış, bir sevdiği varmış; Çanakkale’de şehit düşmüş.
Büyükbabam Hasan’ın ailesi bugün Bulgaristan’daki Şumnu’da (Şumen, Sumen) toprak sahibi imiş. Etnik gerilim ister istemez öncelikle gençleri etkiliyor: Bir gün Bulgarlardan ölüm tehdidi almış. Ailesine haber verme fırsatı bulamadan soluğu Varna’da almış, bir gemiye atlayarak İstanbul’un yolunu tutmuş. Babası bir ay boyunca kuyulara adam indirterek Hasan’ı aratmış. Hasan’ın eline ancak bir ay sonra telgraf çekecek üç beş kuruş geçmiş; ailesine sağ ve İstanbul’da olduğunu bildirmiş. Burada, cami kubbelerine kurşun kaplamasını öğrenmiş. Kazandıklarını belindeki kesesinde biriktirirmiş. Aradan iki yıl geçmiş. Bir gün kubbede çalışırken seslenmişler; “Hasan usta! Arayanların var!” Bir de bakmış bütün ailesi karşısında; oldukları gibi göç etmek zorunda kalmışlar. Denkleştirdikleri para ile – o sırada bir yangın yeri olan – Şehremini’ne yerleşmişler, bir at arabası ve damacanalar temin edip suculuğa başlamışlar. “Çağlayan” soyadı oradan gelir. Kanun, bir yerleşim bölgesinde birden fazla ailenin aynı soyadını almasını yasakladığından ve Çağlayan soyadı daha önce alındığından sonuna bir “er” eklemişler.  Tabii bu daha sonraki bir gelişmedir. 
Bu arada Hasan evlenecek çağa gelmiş ve mahalledeki Nebiye’ye talip olmuş. Evlenmişler. Önce merhum halam sonra da babam dünyaya gelmiş. 
Anneannem ki, annem çalıştığı için beni o büyütmüştür; bana çok emeği geçmiştir. Akça, pakça, ince yapılı bir insandı. Onun ailesi de Kırım’dan kaçarak Bursa’ya yerleştiklerinde Hanife daha 2 yaşında imiş. 
*
Özgeçmişi burada kesip yeniden konumuza dönelim. Ülkemizin geçmişini ve geleceğini belirleyen bu olayları tarihçi Kemal Karpat şu satırlarda çok güzel dile getirir: 
“Göçmenlerin beraberinde Ruslara, yeni bağımsız olmuş Balkan milletlerine karşı, düşürüldükleri durumdan kaynaklanan kızgınlık ve başlarına gelen felaketin nedenlerine dair kendilerine göre bir bakış açısı vardı.  Bu faktörler, elde kalan topraklardaki ideolojik ve politik gelişmeleri etkiledi. [1820 - 1914] yıllarında Rumeli ve Anadolu’ya gelen 7 – 9 milyon Müslüman göçmen Osmanlı’nın yaşadığı ekonomik, etnik, sosyal, kültürel dönüşüme taze bir güç ve hız kattı, 19. Yüzyılın sonunda oluşan bu yeni toplum “Türk” adını almıştır.” (3)
*
Yıllar önce tanıştığım ve birkaç kez söyleşme fırsatı bulduğum, meslektaşımız, Orta Asya Türklerinin liderlerinden, ANAP döneminde bakanlık ve hükümet sözcülüğü yapan sayın profesör Ahad Andican’la konuşurken bir seferinde söz “İstanbul’un Fethi” kutlamalarına geldi: Aklımda mıh gibi çakılı kalmıştır. “Bunu çok yanlış bulurum” dedi. “Esas kutlanması gereken 6 Ekim 1923’te  İstanbul’un Kurtuluşu’dur. Siz İstanbul’un Fethi’ni kutladıkça dünyaya “burası bize ait değil, biz sonradan ele geçirdik” mesajı verirsiniz” dedi. Kendisi ile politik mülahazalarımız farklı idi. Ama onun bu cümlelerinde azınlık olmanın ne demek olduğunu bilen bir insanın sağduyusu yatıyordu. Aklı başında bir insanın bu görüşe katılmaması mümkün değildi. 
Moravya ve Bohemya’dan ibaret küçük Çek Cumhuriyeti başkenti Prag’ın merkezinde Vaclav Meydanı’ndaki tepede 1890’da saray olarak yapılan devasa Ulusal Müze yer alır. Bina - ülkemizde benzeri ne yazık ki bulunmayan – her kıtanın ve hemen her ülkenin ve yörenin temsil edildiği çok zengin bir mineraloji, zooloji, botanik ve antropoloji koleksiyonu içerir. Tesadüfen Müzeyi 7 Mayıs 1945’te Çek Cumhuriyeti’nde bayram günü olan Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nın bitişinin yıldönümünde gezmiştik. Çok kalabalıktı; Prag’lı öğretmenler bu bayram gününü öğrencilerine Müzeyi gezdirerek değerlendiriyorlardı. 
Biz öğrencilerimizi Fetih Müzesi’ne mi götüreceğiz? Ülkemiz bir şeytan üçgeninin ortasında: Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu. Hiçbir Batı ülkesi – binlerce kilometre uzakta oldukları halde – bu konuda bizim kadar acul davranmıyor. Ülkemizin – borçları bir yana, enerjide dışa bağımlılığı %75’e ulaştı. Televizyona çıkan diplomatlar – diplomat oldukları için – bu konuda “teenni ile hareket edilmesi” öğüdünü veriyorlar. Ben de göçmenliğin ne demek olduğunu bilen sade bir vatandaş olarak eski bir şiarı hatırlatıyorum: “Yurtta sulh, cihanda sulh.” 
6 Ekim hepimize kutlu olsun. 
 
Kaynaklar: 
1)    Mc Carty J. Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslümanlarına karşı yürütülen ulus olarak temizleme işlemi 1821 – 1922. (Çeviren: Umar B.) İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1998; 8.
2)    Finlay G. History of the Greek Revolution. Londra; 1861; 172. (Mc Carty bu alıntıya bir dipnot düşmek ihtiyacı duymuştur: Yunan ayaklanmasını anlatan kitapların birçoğu Türklerin kıyımdan geçirilmelerine değinmez ya da bu konuya pek az önem verir.) ibid.   
3)    Karpat KH. Osmanlı Modernleşmesi. Çevirenler: Durukan AZ, Durukan K.) İstanbul, İmge Kitabevi, 2002; 9.
This article was published under the category Uzm. Dr. Haluk Çağlayaner on 06/06/2016 13:00.